Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Cengiz Özdemir yazdı: İstanbul’un meşhur kışları

Birkaç gündür sürekli alarmı verilen kar nihayet geldi. Bu uyarıların en başında bu karın “1987 kışı gibi” yağacağı söylendi. Gerçi şu ana kadar öyle bir etki görmedik. 1987 kışına bizzat şahit birisi olarak tek söyleyeceğim yanından bile geçemeyeceği olabilir. 1987’de bir hafta şehir içinde yer yer bir metreyi bulan kar yağmıştı. En fazla 25-30 cm olacak birkaç günlük bir yağışı 1987 ile mukayese etmemek lazım.

İstanbul’un havası hiç belli olmaz. Aniden değişiverir. Bazen bir günde dört mevsimi yaşayabilirsiniz. Bu iklim geçişgenliği tamamen bulunduğu coğrafya ile bağlantılıdır. Karadeniz’in nispeten az tuzlu ve soğuk suyu ile Marmara’nın sıcak ve tuzlu suyu Boğaz’dan altlı üstlü akıp giderken, kah Sibirya’dan, kah Balkanlar’dan gelen soğuk rüzgarlar şehrimizi serseme çevirir. Bazen Bursa üzerinden gelen lodosla serseme döneriz, akabinde gelen yağışlarla yalap şapıldak ıslanırız. Lodoslar şehre yosun kokusu da taşır. İnsanı sersem eder, bağ, diş bilumum, migren ağrıları sökün eder. Bu mevsim geçişgenliği eskilerin hafızasında yer etmiştir. Bununla birlikte genel olarak ılıman bir iklim zonunda yaşadığımız kesin. Bol yağış alan yılın yarısında oldukça güneşli sabahlara uyanan bir kentteyiz. Lakin sert kışları da yaşadık yaşıyoruz.

İstanbul tarihinde yakın dönemde yaşanan en sert kış 1929 kışıdır. O sene mart ayının başında aniden bastıran soğuklarla 2 Mart gecesi saat 02:00’den itibaren Tuna Nehri’nden Karadeniz’e sürüklenen buz kütlelerinin Boğaz’a giriş yaptığını dönemin gazetelerinden öğreniyoruz. 2 Mart sabahı İstanbullular tüm Boğaz’ın buzlarla kaplandığını görünce ne düşünmüşlerdir acaba? Buzlar o derece ani bir şekilde sökün etmiş ki sabah vapurlar palamar attıkları iskelelerde mahsur kalmış, Şirket-i Hayriye istop etmiş, vapurlar çalışmamış. O günkü Cumhuriyet Gazetesi’ne inanacak olursak bazı buz kütleleri 10 metre genişliğinde üç metre kalınlığındaymış. Tabii buz üzerine çıkıp gazetelere poz verenler eksik olmamış.

İkinci büyük kış 1954 Şubatı’nda yaşandı. Bu kış öyle böyle değil, haftalarca süren ve akabinde yine Tuna Nehri’nden Karadeniz’e sürüklenen büyük buz kütlelerinin Boğaz’a girmesiyle tahammül edilemez noktalara ulaşmış bir kıştı. Yaşar Kemal bu kışı, ellerinde eldivenlerle, yakacak olmayan evlerinde, buz gibi bir ortamda “İnce Memed” romanını yazmaya başladığını anlatmıştır. 24 Şubat gecesi başlayan tipi ve kar fırtınası neticesinde Boğaz’a yine buzullar girmiş, Tarabya koyu donmuş, ertesi gün buz kütleleri ta Sarayburnu’na kadar inmiş ve dönemin foto muhabirlerine epeyce malzeme çıkartmıştır. 26 Şubat günü Boğaz tamamen buzlara teslim olmuş, Poyrazköy, Rumelikavağı arasında insanların yürüyerek karşı kıyıya geçtikleri dönemin gazetelerinde yazılmıştır. Buz üzerinde bazı kazalar yaşandığından buzların üzerine çıkmak yasaklanmıştır. 27 Şubat tarihli Gece Postası Gazetesi’nin haberine göre; “Kadıköy’de Belvü Oteli’nin önü ile mendirek fenerine kadar olan 1.000 metre karelik saha donmuş ve burada bulunan sandallar çivili kalmıştır. Bu hadise dünyada ilk defa vuku bularak deniz donmaktadır”. İstanbul’un Marmara cihetine bakan Moda kıyılarında deniz donduysa varın soğuğu siz düşünün.

Bu soğuk hava lodosun imdada yetişmesiyle bir nebze kırılmakla birlikte İstanbul Boğazı’nın kuzey girişindeki buzların ablukası 10-15 gün daha devam etmiş, martın ilk haftasından sonra buzlar dağılmış, Boğaz trafiği normale dönmüştür. İstanbul’da bu süre zarfında fırınlar çalışmamış, ekmek kıtlığı görülmüş, gıda fiyatları fırlamıştır.

Gelelim benim de şahit olduğum 1987 kışına. 1987 kışında deniz donmadı ama su şebekeleri dondu, elektrikler kesildi, fırınlar çalışmadı, şehir içinde kar yer yer bir metreye kadar ulaştı. Şehrin kuzeyinde Şile, Kilyos hattında üç-beş metre kar yağdı vs. Okullar 15 gün tatil edildi, İstanbul’da iklim gereği karın en fazla üç gün yerde kalmasına alışkın olan insanlar karın 12 gün kalkmaması karşısında epey zorlandılar. 4 Mart günü başlayan yağış 14 Mart’a kadar sürdü ve etkisini ancak 17 Mart’ta kaybetti.

Son yüz yılda yaşanmış üç büyük soğuk hava dalgası da şubat sonu mart başında başlamıştır. İstanbul’un kışı aralık ocakta değil, şubat-martta oluyor. Eskilerin zemheri dedikleri bu zaman dilimi için bir atasözümüz bile var:

Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır.

Görüldüğü gibi halen içinden geçtiğimiz kar fırtınası pek öyle 1929, 1954 ya da 1987 kışının yanına yaklaşamıyor. Yaklaşmasın da zaten.

Herkese iyi hafta sonları!

Cengiz Özdemir’in “İstanbul’un meşhur kışları” başlıklı yazısını Kaya Heyse seslendirdi.

Cengiz Özdemir’in önceki yazıları:

Moskof Taşı’ndan, Ayastefanos Anıtı’na İstanbul’da Slav izleri

Bir modacı – Jean Botter ve Botter Apartmanı

İstanbul-Venedik-Paris hattında bir iktidar sembolü – Dört at

 Boğaziçi’nde bir cevelan- Boğaziçi yazıları-1

Bir lüfer yazısı

İstanbullu kim?

Yitip giden İstanbul

İstanbul’un sokak köpekleriyle imtihanı

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.