Yenilmeden tamamlamak

Her şeyden önce 13. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kutlamak gerek. 1994’ten beri, girdiği her seçimi kazandı.

Bir kez Büyükşehir belediye Başkanlığı seçimini, 2002, 2007 ve 2011’de üç kez Başbakan olarak genel seçimleri, 2014, 2018 ve 2023’te de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı.

Bu müthiş bir başarıdır.

Öyle kazandı, böyle kazandı fark etmez.

Kazandı.

Kazanacak oyunu kurdu, kazanacak sistemi buldu, kazanması için gereken neyse onu yaptı ve kazandı.

Ve siyasi hayatını seçim kaybetmeden tamamlamış olacak.

Üstelik de 21 yıllık iktidarı süresince farklı fikirlerden farklı fikirlere savrulmuş, Avrupa Birliği yanlısı iken Avrupa Birliği karşıtlığına geçmiş, milliyetçiliği ayaklar altına almaktan en milliyetçi lider haline gelmiş, parlak bir ekonomi yönetiminden, ekonomik çöküntü dönemine geçmiş olmasına, üstelik büyük oranda oy aldığı bir bölgede bir de büyük deprem yaşamasına ve bu depreme müdahaledeki kusurlarıyla çok da eleştirilmiş olmasına rağmen hep ve yine kazanan olmuş.

Bu muazzam bir siyasi başarı öyküsüdür.

Son 17 yılda yaptığı, söylediği her şeye karşı olsam da, kazanmaktaki bu başarısına ancak şapka çıkarırım.

Bu başarının Türkiye’ye maliyetini ise zaman gösterecek ve tarih yazacak.

Nasıl yazacağına belki tahmin edebiliriz ama yine de tam olarak bilemeyiz.

Başarıyı kutlamak politikayı onaylamak da değildir.

Onu da söyleyeyim.


Şimdi hesaplaşma zamanı

Kusura bakmayın, bugün belki biraz uzunca yazabilirim.

Yazıya başlarken içimde öyle bir his var.

Yazı uzun olacak.

Çünkü çok doluyum.

Uzun zamandır içime attığım pek çok şeyi artık söylemek istiyorum.

1 yıl kadar önce idi, şöyle yazdım, “Ak Parti’nin seçim kazanacak gibi bir hali yok ama CHP’nin seçim kaybedecek bir hali var”

Dünden sonra artık açıkça söyleyebilirsiniz, “Haklı mıymışım, haksız mı?”

Sizce bu seçimi iktidar partisi ya da Cumhur İttifakı mı kazandı, yoksa Millet İttifakı ya da CHP mi kaybetti!”

Haklı olarak diyeceksiniz ki, “İyi de,  iktidar devlet gücünü kullandı, göçmenlere vatandaşlık verdi, Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı haksız rekabet uyguladı, kamu kurumları tüm gücü ile Erdoğan’ı destekledi, üstüne bir de sandık oyunlarını hesaba katın”

Bunları ben de biliyorum ama iktidarın tüm bunları yapacağı zaten baştan belli değil miydi! Elbette iktidar tüm bunları yapacaktı ve tüm bunlar olacaktı. Bunları beklememek. Olmayacağın ummak aymazlıktı.

Mesele bir yıl önce, CHP’den Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı sinyalleri gelmeye başladığı dönemde 23 Mayıs’da yanlış aday riskine dikkat çektim. Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefet cephesinden çıkarılabilecek en riskli aday olduğunu yazdım…

CHP’nin ve Millet İttifakı’nın çıkarması muhtemel adaylar arasında kazanma şansı en düşük olan adayın Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu hem yazdım, hem söyledim.

Hatta ben böyle söyledikçe CHP destekçisi gazetecilerden bazıları bana, köşelerinden “Bahis” teklifinde bulundular.

Bütün bu yazılar arşivlerde duruyor.


Ne oldu!

Ne yazık ki, haklı çıktım.

Evet, Kemal Bey, müthiş bir performans sergiledi, tüm engellemelere rağmen ve en zayıf aday olmasına rağmen yüzde 48 oy aldı.

Zaten aday belirlenmeden önce de Kemal Kılıçdaroğlu’nun olası oyu bu civarda görünüyordu.

İmamoğlu ve Yavaş’ın oyları ise daha yüksek çıkıyordu.

Bu yüzden “Kazanacak aday” söylemini herkesten önce bu köşede ben kullanmaya başladım.

Kemal Bey de kazanabilirdi ama en zayıf aday olduğu gerçeği değişmezdi.

Ben bunu son olarak 8 Eylül günü bir kez daha yazdım.

CHP içindeki köstebeklerin Kemal Kılıçdaroğlu’nu başta çok da istemediği adaylığa doğru ittiklerini, egosuz bir siyasetçi olarak gördüğümüz Kemal Bey’in egosunu ele geçirdiklerini söyledim.

Karşılığında “Gizli AKP’li” olmakla itham edildim, “Alo Holdingin adamı” terbiyesizliği ile karşı karşıya kaldım. Bunlar aslında Kemal Bey’in cümleleri değildi, ona söyletilmişti.

Bir daha da ağzımı açıp, tek kelime etmedim.

Şimdi soruyorum “Kimmiş gizli AKP’li?”

Kimmiş Saray’ın adamı.

Ve bu yanlışın mimarları!

Çıkıp hesap verecek misiniz!

Bu kadar önemli olduğunu söylediğiniz bir seçimde bu kadar vahim bir hatayı, göz göre göre tüm uyarılara rağmen yapmış olmanızın hesabını verecek misiniz!

Sizin de eseriniz olan, Atatürk Türkiye’sine veda etme korkusu ile gözlerinden yaşlar süzülen her yaştan vatanseverin acısına merhem olabilecek misiniz!


Başarılı kampanya kazanan kampanyadır

Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir kez daha kaybettiği için eleştiriyorum.

Bazılarınız diyecek ki, “Ama çok başarılı bir kampanya yapmadı mı?”

Allah var, iyi bir kampanya yaptı.

Ama başarılı kampanya kazanan kampanyadır.

Başarılı organizasyon kazanan organizasyondur.

Aynı kampanyayı kazanma olasılığı daha yüksek bir adayla yapsa daha iyi olmaz mıydı!

Biz Mansur Yavaş’ın kazanma olasılığı daha yüksek derken “Ama Kürt oyları” dediler.

Ben de “Mansur Yavaş’a gelmeyen Kürt oyları, MHP’nin olduğu ittifaka mı gidecek?” diye sordum.

Haklı olduğum, Özdağ’a rağmen Kürt oylarının tercihi ile ortaya çıkmadı mı!

İmamoğlu’nun kazanma olasılığı daha yüksek dendiği zaman “Siyasi yasak gelebilir”  dendi.

Doğru gelebilirdi.

Ama bu bile yedek bir adaya ciddi bir potansiyel sağlamaz mıydı!

Tabii bir de “Belediyeleri bırakmamalıyız” söylemi vardı.

Bakalım o belediyeler ve başkanları seçime kadar yerinde kalacak mı!

O da ayrı bir soru işareti.

Bu sonuçla benim gördüğüm şudur, Türkiye’de Ak Parti’nin Türkiye’yi götürdüğü yönden memnun olmayan bir kitle Kılıçdaroğlu’na bu seçimi kazandırmak için elinden geleni her şeye rağmen yaptı.

Ama onların gücü bu kadarına yetti.

Gerisi siyasi beceriksizliktir.


Göçmen seçmen belirleyici

Bir başka uyarımız, göçmen seçmenler üzerine idi.

Bunların sayısının oldukça fazla olduğunu biz söyledikçe CHP yönetimi yalanladı.

Ben gazeteci olarak, Ümit Özdağ siyasetçi olarak bu konuda ısrarlı uyarılar yaptık.

Başka meslektaşlarımız da yaptı.

CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu “500-600 bin gibi abartılı sayılar yok” dedi.

CHP’nin seçimlerden sorumlu genel başkan yardımcısı Onursal Adıgüzel ise “166 bin yabancı seçmen var” diye kestirip attı.

Ümit Özdağ ise bu sayının 1 milyonun üzerinde hatta 2 milyona yakın olduğu iddiasındaydı.

Özdağ 1 milyon 150 bin göçmen seçmen olduğunu ve bunun yüzde 3’lük bir oy oranına sahip olarak seçimlerin kaderini belirleyeceğini söylüyordu.

Şu anda da tam sayıları bilemiyoruz.

Ancak Özdağ haklı çıkmış gibi görünüyor.

Türkiye’de seçim sonuçlarını göçmen seçmenler tayin ediyor.

En büyük risk hala göçmenler.

Seçim sonuçlarına çok da dertlenenler var, görüyorum.

Dertlenin ama kahrolmayın.

Sonuçta Türkiye’de her şeye, 20 yıllık bir iktidarın tüm gücüne ve yaptıklarına rağmen hala yüzde 48’lik güçlü bir kitle var ve iktidara destek verenleri de hesaba kattığınız zaman yüzde 60’ın üzerinde bir laik ve Atatürk yolunda ilerlemeyi tercih eden bir taban var.

Bu yüzden ben Türkiye’de siyasi iktidarın devamının rejim açısından tek başına zannedildiği kadar büyük bir risk taşımadığından eminim.

Bizim için asıl risk göçmenler meselesidir.

Bu göçmen olayı, Türkiye’nin geleceği açısından büyük ama çok büyük bir risktir.

Batılı liderlerin tümünün ve hala Haçlı ruhu ile hareket eden Papa’nın Türkiye’nin göçmen politikasını övmesinin bu meselenin Türkiye lehine gelişmediğinin bir kanıtı olarak görmeniz gerekir.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Muhalefeti destekleyenlerin düşman olarak görüldüğü rejimlere demokrasi denmediğini bildiğimiz zaman

Erişilebilirlik Araçları